Bu yapıları gereği politik olana daha duyarlıdırlar, öncüdürler ve yeniliğe/arayışa açıktırlar. Profesyonel ve ödenekli tiyatrolara oranla toplumsal refleksleri çok daha fazla kuvvetlidir ve algılamaları açıktır. Yeni anlam ve görüş yaratmak için cesaretle hareket ederler. Öncü oluşuyla ortaya koyduğu/oluşturduğu özellikleriyle de ön açıcıdır. Bunları da şöyle sıralayabiliriz. Yeniyi deneyen, önde giden, ileri yönelik, kalıpları kıran, dinamik bir anlayış sergiler. Yeni olana yönelişi, eskiyi yıkma tavrını oluşturur, gelenekçi tiyatronun konvansiyonlarını yıkarak alternatif bir kanalda varolmaya çalışır. Temel yönelimi burjuva sanatına, yaşamına ve ürettiği yanlış bilince karşı amansız bir karşı koyuş ve bu yapıları yıkmak çabası olmuştur. Bu sanatsal olduğu kadar politik de bir başkaldırıdır. Farklı sanat istemi, farklı toplum isteminin bir yansısıdır. Bu yönelimintemel özelliklerinden biri kolektivizme yaptığı vurgudur. Baskın kültüre karşı, alternatif bir kültür politikasını benimseyerek bunları tiyatro anlayışına da yansıtır. İzleyici ile doğrudan ilişki kurarak, sahne seyirci ilişkisinin olanaklarını zenginleştirerek onlarla yüzleşmeyi tercih eder. Bu ilişkinin temeli, dayanağı meydan okuma üzerine oturur. Sanat ve yaşam arasındaki sınırları zorlayarak yeni algı kalıplarını aralarlar. Bu akıntıya karşı yüzen tavrıyla da yalnız kendi alanında değil, aynı zamanda profesyonel bölgeye de etkide bulunur, onların da önünü açar.
Ancak Üniversite Tiyatrolarının içinde bulunduğu sıkıntılardan biri; onun verili olana karşı konumlanmak suretiyle oluşturduğu kimliğini, verili olan tiyatro anlayışıyla biçimlendirmeye çalışmasıyla ortaya çıkıyor. Profesyonel alandan gelen yanlış yönlendirme ve yanlış bilinç, üniversite tiyatrolarının ürünlerini belirli bir çerçeve içine kıstırıyor. İşin daha vahim yanı, sahneye çıkmaya hevesli bir insan güruhu üzerinde egolarını tatmin eden (çünkü onlar tiyatronun ilahlarıdırlar ve her şeyin iyisini onlar bilirler) şabloncuların (patates baskıcısı yapmak suretiyle) açtığı gediklerdir. Bu üniversite tiyatrolarının bütün enerjisini soğuran bir durumdur. Baba imgesiyle cisim bulan tanrı paradigması, 'tiyatro ağabeyleri' eliyle üniversite tiyatrolarının ilerici dinamiklerini hak ile yeksan eder. Kanımca bu duruma çok dikkat etmek gerekiyor ve ancak ve ancak üniversite tiyatrolarının birbirini destekleyerek ve ortaklaşmalarıyla aşılabilir. Bu sıkıntının aşılması öncülerini yitirme tehlikesiyle kendini de kısırlaştırabilecek olan profesyonel tiyatro için de yaşamsaldır.
Bugün, artık Üniversite Tiyatrolarının oyun çalışıp ardından da dağılan toplaşma yeri olmayı bir köşeye bırakması, uzun yıllarını tiyatroya akıtacak uzun soluklu bir kadro ve aktarılıp gelişen bir gelenek yaratmak için yola çıkması Üniversite Tiyatrosunun varlığı ve etkinliği açısından bir gerekliliktir. Bu noktada –sayıları çok az olan diğer birkaç topluluğun da hakkını teslim ederek- Boğaziçi Oyuncuları'nın gerek kuramsal gerekse pratik ürünlerinin çok ön açıcı olduğunun belirtilmesinde yarar olduğunu düşünüyorum. Üniversite Tiyatrosu olmaya çalışan her topluluğun muhakkak bu iyi örnekleri tartışması ve kendi pratiklerinin bir parçası yapması yararlı olacaktır. Bu anlamda da Üniversite Tiyatrolarının iyi örneklerinin artması Üniversite Tiyatrolarının gücünü arttıracaktır.
Üniversite Tiyatrosu serüveninde önde tutulması gereken temel nokta onun dünyayı okuyuş biçimine uygun bir tiyatro üretme kaygısı olmalıdır. Topluluğun politik duruşu onun çalışma ve üretme biçimiyle de ortaya konmalıdır. Çünkü dayatılan egemen yaşam dramaturgisi bu noktalardan saldırmaktadır. Başarılı bir karşı duruş da salt söylem düzleminde üretilen politikalardan çok bu alanlarda direnmeyle mümkün olabilmektedir. Anti otoriter ve anti hiyerarşik bir yapılanma ve çalışma biçimi, bizi basan total ve otoriter ataerkil yaşam dramaturgisine karşı; sevgi üreterek ve duyguları öne çıkararak direnmeyi örgütler. Oyunlarında da topluluklar, otoriter ve hiyerarşik yapıyı kırmaya çalışarak eser bazında bu dramaturgiye karşı yeni bir dramaturgi, yeni bir algılama, yeni bir bilinç ve yeni bir duruş kurmaya çalışmalıdır. İçimize sinen ataerkil bilinci söküp atamadan, hiyerarşi ve otoriteyi içimizden söküp atmadan olumluyu üretme şansımız kalmaz; yalnızca egemen bilinci yeniden ve yeniden üretiriz: yanlış bir bilinç olarak. Bu anlamda da ortaklaşma ve birbirini büyütme toplulukların temel tavrı olmalıdır: kendi içinde, diğer topluluklarla, yerel amatör ve çevre üniversite topluluklarıyla ve diğer topluluklarla. Ancak böylece bir arada birbirini büyütmek olanaklıdır.
Ürünleriyle ve varoluşuyla egemen bilinci yapısızlaştıracak bir bilinç üretme yine önemsenecek şeylerin başında gelir; ama manipülasyondan uzak kalarak. Bu belirlenmiş sınırların mümkün olabildiği kadar dışında durmaya çalışma tavrı ve diyalogla büyüyen ilişki kurma biçimi, özne olan insanın önde tutulmasını gerekli ve zorunlu kılar ki bu kendini var etme, manipülasyon üzerinden yürüyen dayatmaları kıstıracaktır.
Üniversite tiyatrolarının muhalif duruşu önemli, gerekli ve zorunludur. Teatral tıkanıklıklar da ancak böylece açılabilecektir. Eylül rüzgarlarının sırtında taşıdığı depolitizasyon sağanağına; yalnızca söylem düzeyinde üretilme kıskacından da kurtularak ve dünyayı doğru okumayı sağlayacak yöntemlerle ve ben'in inşa edilmesi suretiyle sağlanacak bir re-politizasyonla karşı çıkılabilir düşüncesindeyim. Özgürlük keşfedilmesi ve uğrunda savaşılması gereken bir şeydir. Filmlerde içine kötücül ruhların girdiği kız çocuğu gibiyiz: "exorcise", içselleşen egemen ideolojiyi ve söylemi defetmek zorundayız; içimize giren ve bizi ele geçirip adımıza konuşan bu ideolojinin bizzat kendisidir. Özgürleşebilmek için sökülüp atılması bir zorunluluktur. Empoze edilen suskunluğa karşı yaşamın savunulması gerekir; diyalogla, eleştirerek ve değişerek; evcilleşmeye özgürlükle karşı çıkarak.
Tiyatro, bu büyük direnişin küçük ama sahip olduğu gizilgüç sayesinde aynı ölçüde de çok önemli ve çok keyifli bir kısmı...