YERALTI ÇOCUKLARINDAN MERHABA: BİR KURULUŞ BİLDİRGESİ

- sırf gıcıklık olsun diye kaleme alınmıştır-

Bağlayıcı İlkeler

1. yeraltı sadece yağmurda yerüstüne çıkar ve asla şemsiye kullanmaz.

2. yeraltı'nın merkezinde bi çekirdek ve etrafında bisürü elektron bulunmaktadır (bu benzetmeyi hakandan arakladım çok huzurluyum) çekirdeğe dahil olmak aidat ödemekle sınırlı ve zorunlu değildir.

3. yeraltı deliklere mikili tavşanlı vs yama yapmaz aksine- parmaklarıyla oymak suretiyle körleşmiş gözlere beyinlere sokar ardından kıs kıs güler.

4. yeraltı'nda hava yerüstünde olduğu kadar serin değildir gelirken postlarınızı, kabuklarınızı bırakabilirsiniz ama kabuklu yemiş yemek yassak değildir.

5. yeraltı düzenli olarak toplanır; tartışır, kararlar alır, kritik yapar, acıkır ara verir.

6. yeraltı kesinlikle sıvı değildir, bulunduğu kabın şeklini almaz.

7. ’’yeraltı’’ ‘’cümleleri’’-‘’kelimeleri’’ ‘’tırnak’’ ‘’içine’’ ‘’alarak’’ ‘’gönderme’’ ‘’yapmaya’’ ‘’bayılır’’. ayrıca çok önemli bişey varsa altını çizmekten çekinmez.

8. yeraltı her zaman projelere açıktır kendini tiyatro-müzik-resim-fotoğraf-şiir- öykü-roman-dans gibi başlıklara ayırmaz projeler çerçevesinde hepsini içinde barındırır.

9. faaliyetlerini imece usulü yapmaya özen gösterir, imeceye katılmak tehlikesiz ve yasaksızdır ilgililere duyurulur.

10. yeraltı ayrıntıları umursar.

11. “meüt” adı verilen neandertal insanı karasularımıza girdiğinde “hommo yeraltus” olarak evrimleşebilirler, ancak ilk çayları ısmarlamakla mükelleftirler.

Bağlayıcı Olmayan İlkeler

Kendimizi birtakım kutsal metinler oluşturarak bağlamak niyetinde değiliz. Dolayısıyla da ortaya konan düşünceler şu anda durduğumuz noktayı belirtir yalnızca. Bu elbette ilkesiz olduğumuz, rüzgar ne yandan eserse o yana gideceğimiz anlamına gelmez; yalnızca ürettiğimiz metinlerle kutsal ilişkilere girmeyeceğimiz, eleştirel olacağımız, kendimizi sorgulayıp yenileyeceğimiz ve bizi ileriye taşıyacağına inandığımız bir düzensizlik durumunda olduğumuz anlamına gelir.

Ne yazık ki özgür değiliz. Özgürlük yanılsaması içinde bulunan kölelerden ibaretiz. Yaşamda karşımıza çıkan birçok şey yalnızca dayatmadan ibaret; zorunlu olduğumuz için yapıyoruz. Sevdiğimiz keyif aldığımız şeyler yok denecek kadar az. Biz tiyatroyu bir zorunluluk, bir ödev, bir gereklilik olarak değerlendirmeyip; yeniden eğlenmek için, yeniden neşe için, yeniden keyif almak için ve kendimiz için yapmak istiyoruz.

Çalışmanın erdemi ve insan doğasına uygun olduğu yutturmacası dillendirilmesin. Biz köleyiz, yalnızca bizi bağladıkları zincirler değişti. Çalışma üzerine kurulu bir yaşamda ömrümüzün kelebeklerden uzun olduğunu iddia edilmesin.. değil! Yaşamını sürdürmek için “eş-şek gibi” çalışan bir başka canlı formu var mı? Teknolojinin bizi daha rahat bir yaşama kavuşturduğu da iddia edilmesin. Teknolojiden uzak olduğu için, çalışmak zorunda olmadığı için üzüntüsünü her gün dans ederek ve şarkı söyleyerek ifade eden bir “ilkel” yaftalı atalarımızla karşılaşmadık henüz.

Yeraltı yola en azından kelebekler kadar uzun ömürlü olmak için çıktı. Teknolojinin araya soktuğu mesafeyi kısaltmak istiyoruz.

Kapitalizm bizi kendine köle kılmak için geleneksel kurumlardan ve ilişkilerden kopardı, ve koparıyor. Bunu yaparken insanca olan ilişkilerden de kopardı. Artık koca bir evrende yalnız başımıza ve her birimiz kendi bacağımızdan asılarak yaşıyoruz. Kimse kapitalist dünyanın refah ürettiğini iddia etmesin.. “İlkel” yaftalı kabilelerde açlıktan ölen birinin varlığına inanan var mı? Refah ama kimin için? Rekabete karşı, yardımlaşma diyoruz. Kapitalizmin bizi uç noktalarına taşıdığı endüstriel-teknolojik toplum ve bu toplumun yarattığı yarılma bizi rahatsız eden bir durum, bu nedenle de bu rahatsızlığa karşı üretmek durumundayız.

Kapitalizmin çökertmeye çalıştığı değerlere karşı kuşkucu yaklaşıyoruz. İnsanca olan değerleri önemsiyoruz. Ama aynı zamanda totaliter ve otoriter yapısıyla basan geleneksel kurumları da reddediyoruz. Otorite ancak sınırlama ve tabi kılma ilişkisiyle varolur. Hiyerarşik bir yapılanmayı gerektirir. Bu, özgür olmayı ve insan olmayı dışlayan bir yapıdır.

Anti-kapitalist, anti-otoriter, anti-hiyerarşik olma noktasında buluşuyoruz. Benzer biçimde ırk, cinsiyet, yaş ve kültür ayrımcılığını; erkek egemenliğini, hetorosexsizmi, batı merkezciliği, beyaz üstünlükçülüğünü de reddediyoruz. Dayatılan “dinsel ve etnik varlığın için savaş” bilincini ve her türlü şovenizmi şiddetle reddediyoruz. “Öteki”ni yok etmeye çabalamak yerine, yaratıcı ve bir gizil güç olarak yönelmeyi yeğliyoruz.

Kalıpların yaşamı ve yaratıcılığı yok ettiği kanısındayız. Ürünlerimiz dahil her şeyde kalıplara ve kalıplaşmaya karşı duruyoruz. Tek bir bakışın, tek bir doğrunun, güzellik anlayışının, düşüncenin, vb. hükmettiği bir evren tasarımımız yok.. Bu otoriter hiyerarşik evrenden kaçmak için kendimizi bir tarz, bir alan, bir usta vb. ile sınırlandırmayıp kendi içimize gömülmek istemiyoruz. Tiyatro yapmak için yola çıkmış olmakla birlikte kendimizi ifade etmek için tek bir alana sıkışıp kalmayı yeğlemiyoruz. Kendi içine gömülü bir topluluk kısa ömürlüdür ve kısırdır: Sınırları katı belli bir yapılanma yerine uçları açık, diğer birey ve topluluklarla karşılıklı yardımlaşma içinde yürüyen hareketli bir platform olarak ortaya çıkıyoruz.

Uyum sağlamak insanı otoriteye göndedir. Var olanı benimsemeye iten uyum ve uysallığı reddediyoruz. Uysal olmak yerine özgür olmayı önde tutuyoruz. “Toplumsal olanının dayattıklarına, tüketmemizi istediklerine karşı: kendi ürettiklerimiz, kendi aklımız, kendi varlığımız; yalnızca bir izleyici olmayı reddediş...”

Ürünlerimizi üretirken “kar”etmeyi bir köşeye bırakıyoruz.. piyasanın kurallarına göre oynamak zorunda olduğumuzu düşünmüyoruz, kapitalizmin isterleri umurumuzda değil...

Sahne seyirci ilişkisinde otoriter/hiyerarşik bir yapıyı önemsemiyor, geleneksel ilişkileri zorlamayı hedefliyoruz. İzleyici ile diyaloga dayanan eşitlikçi bir kanaldan bağ kurmak istiyoruz.

Topluluğumuz merkezi(yetçi) bir yapılanma içinde değildir ve aynı çerçevede diğer topluluk ve kişilerle ortak çalışmalara, yardıma ve işbirliğine açıktır. “yeraltı”na katılmak kişinin kendi kararına bağlıdır, nerede duracağına kendi karar verir, onaylayacak ya da reddecek bir merci ya da kişi yoktur. Ancak bu kararı verebilmesi için karşılıklı bir tanıma süresinin olması makul görünmektedir.

“yeraltı”nda herkes eşittir. Herhangi birinin diğeri üzerinde bir yaptırımı yoktur. Herhangi bir karar merci, yönetim kurulu, başkan vb. yoktur. Kararlar tartışılır ve ortaklaşa alınır. Hiç kimse bu alınan karalara uymakla yükümlü değildir; uymaya zorlanmaz. Topluluk içinde gerçekleştirilecek çalışmalara katılıp katılmamak kişiye aittir. Ancak işlerliği sağlayabilmek ve lokomotif olmak açısından belli işlerin sorumluları vardır; bu sorumluluk onlara erk sağlamaz, yalnızca kararların yürümesini sağlar.

“yeraltı” amatör bir topluluktur ve kar amaçlı ürün ortaya koymaz, bir arada üretmekten keyif alan insanlardan oluşur.

“yeraltı” alternatif bir kanalda üretmek için bir araya geldi. Tiyatroyu saplandığı bataktan ancak amatör çevrelerden gelecek alternatif çabalar ilaç olabilir düşüncesindeyiz.

Çalışmalar (kuramsal ya da kılgısal) atölyeler biçiminde oluşturulur ve katılım isteğe bağlıdır. Kişi kendi gelişiminden kendi sorumludur. Herhangi bir geliştirme programı yoktur. Bir şablon doğrultusunda eğitim hedeflenmez. Topluluğun kararı doğrultusunda çalışmalar topluluk elemanları dışına da açıktır. Yaratıcılığı merkeze alan bir topluluk olarak kişisel inisiyatif alma ve kişisel yaratıcılığın da önemi ortadadır; bu nedenle, her bir üye atölye/proje önerme ve kurulmasına/yürütülmesine öncülük etme hakkına sahiptir.

Topluluk, çekirdek elemanları dışında proje bazlı ve belirli alanlarda birlikte çalışacağı daha gevşek yapılı üyelere de sahiptir. Üyeliğin biçimi kişiyi bağlar, kendi kararıdır. Bu yapılanma, kendi içine gömülmeyen dışarıya yönelen bir yapı için yardımcı olacaktır.

* * *

İnanıyoruz ki, yaratım ve üretim insanın insan olmasına yönelik, onu sürüden ayıran bir özelliktir. Üstelik yaratma ve üretme alanından bizi uzak tutmaya, seyirci kılmaya çalışan egemen bilinç kalıplarına karşı da direngen bir kanaldır. Yığınlarla ortak bir paydada buluşmak zorunda değiliz; zira, kural ve kalıpların var ettiği bu ortak payda yığınsal var oluşun bir önkoşuludur ve doğrudan insanın özgün ve biricik yanının yadsınmasıdır. Sürünün varlığı aykırı ve ayrıksı yönelimlerin kısıtlanmasına bağlıdır; davranışları kısıtlar, insanı belirler... Uzlaşma ve uyum temelinde ayrıksı olanı törpüleyen geleneksel/örgütlü kalıplara ve yapılara karşı üretmeliyiz... Dayatmalarla özgün olanı hırpalayarak yok eden edemediğini de ucubikleştiren toplumsal olana karşı üretmeliyiz.

Yaratının kural ve kalıplarla uzlaşmasına olanak yoktur. Yaratıcı olan, toplumun katı sınırlarını, kural, kalıp ve geleneklerini hiçe sayarak parçalayandır. Bunun biricik yolu reddetmek ve başkaldırmaktır. Yaratının dinamiği içinde barındırdığı “yıkıcı öz”dür. Böylece üretme ve yaratıcılıkla kendini ifade etme yolunu seçen “yeraltı”, kendini sınırlayacak ve egemen bilincin bir parçası yapacak olan bütün kural, kalıp ve normlara karşı uyanık olmak durumundadır, özgürlüğünü sonuna kadar zorlamalıdır. Üretimleriyle geviş getirmenin ötesine geçmek istiyorsa bilinmedik sulara yelken açmak zorundadır. Örgütlenmiş topluma teslim olmanın en acı biçimi kellemizi altın tepsiyle sunduğumuz andır, bu da kendimizi kurallarımızla kıstırdığımız andır. Kurallarımızı koyduğumuz kalıplarımızı oluşturduğumuz an kendimizi yok etmek, kendi kendimizi reddetmek zorundayız. Küllerimizden yeniden doğmak ve kendimizi hep ve yeniden yakmak için bir aradayız.

Sanatsal yaratının toplumla kuracağı ilişki Artaud tarafından oldukça iyi tanımlamıştır: “sert vurmak bir işe yaramaz, bu duvar aşındırılmalıdır, yavaş yavaş ve sabırla.”

Deneysel ve alternatif bir kanalda ilerlemeyi hedefleyen “yeraltı” belirli bir biçemi kendine dayatmaz. Biçem ve biçimler üzerinde yapılacak çalışmalar her ürünün kendi koşulları çerçevesinde değerlendirilir.

Aramayı ve denemeyi önde tutuyoruz. Kendini sürekli yenilemek kurumsallaşmadan ve uyumlanmadan var olmayı mümkün kılar. Nasıl ki tıp, sürekli yapı değiştiren virüsler karşısında çaresizse, toplumsal olan da biricikliği ve belirlenemezliğiyle “viral bir vaka” olması gereken yaratı karşısında çuvallatılmalıdır diye düşünüyoruz.

“Yıkanmayı reddeden kirli çocuklar” olmayı tercih ediyoruz...