Oynayanlar: Attila Aytekin - Birol Tezcan - Dilara Caner - Doğan Akdaş - Yılmaz Angay – Zeynep Sibel Başaran
Yazan: Melih Cevdet Anday
Sahne Tasarım: Ece Yoltay
Kostüm Tasarım: Ayça Kıran
Görsel Tasarım: Dilara Caner
Proje Sorumlusu: İrem Özatay - Meltem Nur Tunçay
Dramaturgi: yeraltı
Sahneleyen: Hakan Altun
“Yolculuğun yönü, adımların büyüklüğünden çok daha önemlidir.” A. Boal
Sahneye “özgürlük” yazma çağrısıyla açıldı bu yıl “Dünya Tiyatro Günü” alternatif bildirisi, Süreyya Karacabey’in sesiyle. Sahne, ancak böyle ışıldar. Oyunun/tiyatronun fıtratında var özgürlük. A. Boal, korodan ayrılarak ve ona karşı eyleyen/söyleyen ilk oyuncunun, Thespis’in öyküsünü bu minvalde anlatır. Herkes koroya uyarken/itaat ederken/koronun içinde şarkı söylerken, yine de (özgürlüğün mümkün olduğunu bilen -ya da bilmeyen) biri koroya karşı konuşmaya cesaret edebilir.
Bugün sahneye özgürlüğü yazmak, onbeş yıl önce bir 27 Mart sabahı tiyatro üretmek için yola çıktığımız günden daha yaşamsal bir yerde duruyor. Sanatçı pespayeleştiğinde sanatı savunmak (ki zekaların eşitliği ilkesi gereğince her insan sanatçıdır) bir direniştir. Sanat estetik olduğu kadar (belki de estetik olduğu için) etik ve politik bir tavır alıştır. Her tercih gelecekle sınanır, her edim yol açtığı/açacağı sonuçların aynasından ve bir değere dönüşerek şimdiye yansır.
tesekkürler
Ekibe: Bir kolektifin varlığı, o kolektifin bileşenlerine bağlıdır. Arkadaşlarımızın yaşam gailesiyle ve kısa bir süre içinde farklı illere ya da yaşamlara dağılmasıyla oluşan atalet, donan suyun altından akmayı sürdüren ve donanımlarını arttırarak çalışmalarını ısrarla sürdüren yeni kuşağın çabalarıyla kırıldı. Ayça ve Ece’ye : Ekibe yeni dahil olup özveriyle oyunu bezediler. Adlarının anılmasına gerek olmasa da : Dayanışmayla örülen bir tiyatro kolektifinin yardıma gereksinim olduğunda, prodüksiyon için sorgusuz sualsiz imeceye katılan, maddi/manevi desteklerini esirgemeyen ve emeğini koyan, içimizden olmaları hasebiyle ne teşekküre ne de adlarının anılmasına gerek olmayan dostlarımızın dayanışmaları oyunun vücut bulmasında yaşamsaldır. İzleyicilerimize : Kuruluşundan itibaren amatör yapıda ısrar eden bu ekip, yapılan maddi katkıların tamamını prodüksiyonlarına aktarır. Bu nedenle izleyicilerimiz müşterilerimiz değil, maddi ve manevi destekleriyle var ettikleri oyunlarımızın paydaşlarıdırlar. Fade Sahne’ye ve Acil Sahne’ye : Alternatif sahneler tiyatronun yaşamsal kaynaklarıdır. Kapılarını bize dayanışmayla açtılar. Alternatif mekanların çoğalması dileğiyle.
FADE SAHNE
Farabi Sokak. No:39/A
26
KASIM
SAAT
20.00
Ayrıca FADE SAHNE 'den edinilebilir
“Dikkat Köpek Var” ille de sahneye taşınma maksadıyla yola çıkmadı. Bir gün kendi kararını vererek (biraz da bize rağmen) yola revan oldu. Dostlarımızın da katkısıyla temelini atarak geliştirmeye çalıştığımız clown ve mask çalışmalarını, Mamet’ten hareketle inşa ettiğimiz bir oyuncu dramaturgisiyle buluşturup sonuçlarını görmek istedik (elbette oyunun el verdiği kadarıyla).
“Dikkat Köpek Var” birbiriyle temas etmeyen insanların birbirine dolanmış öykülerini anlatıyor. İzolasyon, kapatılma ve atomize olma bu insanların tek ortak noktaları. Özgürlüklerini ellerinden alan işleyiş onları zorla alıkoymuyor, bilakis şikayetleri baki kalmakla birlikte (sızlansalar da) bu çarkı ayakta tutan direkler olmaya hiç itiraz etmiyorlar. Derken beyaz atlı bir kurtarıcı peyda oluyor, masum ve saf biçareyi çekip kurtarıyor sefil hayatından. Anday, bu formülü 60’larda kurduğunda henüz bir sorun yoktu. Üstelik “beyaz atlı” sıra/düzen dışı bir figür. Ama kadınların mücadeleleriyle de yazılan bir tarihin ardından aynı sözleri söylemek abesle iştigal etmek anlamına gelir. Oyuna sınıfsal hatlar üzerinden bakıldığında, bu beyaz atlı deyyus sisteme dahil olmak için göbeğini çatlatıyor. Dolayısıyla Anday’ın formülünü bir gözden geçirmek ve güncellemek gerekiyordu. Bizim de yapmaya çalıştığımız budur
Bir sözümüz de “köpek” dostlarımıza olsun. Murat Sevinç’in bir vesileyle yazdığı gibi, yerine bir şey koyamadığımız için kullandık “it”i, yoksa onları hedef almıyoruz. Türcülük değilse de derdimiz, paradoksumuz teşbihteki hatanın bizzat kendisi.
Umuda ve dayanışmaya en çok gereksinimimizin olduğu bu günlerde, özveri ve dayanışmayla örülen bir oyunla küçük de olsa umuda dair bir masal anlatalım istedik. Berger’in dediği gibi: “Kayıtsızlığa karşı umutla direnmeli!”
Yaptıklarıyla ne yapmamamız gerektiğini gösterenlere : Yaklaşık beş yıldır sahne için üretmiyoruz. Verdiğimiz ara beklentileri de arttırır mı, parlak bir ürünle yeni bir çıkış mı yapmak gerekir sorusu gündeme geldiğinde bir zamanlar tanıdığımız ve beş yıllık bir aradan sonra sahneye tekrar çıkan bir oyuncu aklımıza düştü. Kendini göstermek ve başarısının izlenmesini izlemek istiyordu. Özveriyle çalışan genç ve tiyatro aşığı bir grup oyuncuyu dışında bırakalım, tiyatronun yöneticisinden tasarımcısına herkes istisnasız aynı dertten mustaripti. Neticesinde sahnede debelenen bir tuhaf oyuncu kaldı geriye. Yazarından kurtarıcısına da herkes onunla debeleniyordu o trajikomik sahnede. Diğer yandan hala sevdiği işi her şeye rağmen yapmaya çalışan güzel insanlar da vardı aynı sahnede. Aksu Hoca’nın bir kelamını hatırlattı bu durum. Bir şeyi yapmak istemekle, bir şeyi yapan olmayı istemek arasındaki farka işaret ediyordu. Bizim yanıtımız tartışmasız yoğurduğumuzu kotarıp sunalım oldu: Yapan olmayı istemektense, yapmayı seven bir ekip vardı ve belki de bir “yeraltı” aklı. Eleştirileriyle ayna olanlara : Kimi dostlarımız ısrarla takip eder bizi, düşüncelerini ve eleştirilerini paylaşırlar. Ne bütünüyle aynı düşünürler bizimle, ne de biz onlarla, ama atfettikleri önem ve her şeylerine katılmasak da söyledikleri çok değerlidir nezdimizde. Atölye Yoga’ya : Provalarımız için bize mekanlarını ve tüm olanaklarını hiç tereddüt etmeden açtılar, bu dayanışma oyunun ayağa kalkmasında yaşamsaldır.